Yükleniyor...
Benim Yolum Marş Mira
Blog Featured Image

Benim Yolum Marş Mira

Bu yazı, 1 yazı içeren Benim Yolum Marş Mira yazı dizisinin 1. yazısıdır.

  • Benim Yolum Marş Mira

 

Bu yol uzaktır menzili çoktur,

Geçidi yoktur derin sular var.

Girdik bu yola aşk ile bile,

Gurbetlik ile bizi salan var…

~ Yunus Emre

Bir yoldayız, yürüyoruz… Toprak bir yol, çok düzgün sayılmaz ve taşlı. Solumuzda engebeli tarlalardan yola sarkan çalılar ve su birikintileri var. Sağımızda ise kaç kilometre boyunca devam ettiğini kestiremediğimiz, derin ve yemyeşil bir vadi uzanıyor. Vadiyi çevreleyen dağlar, mavi gökyüzüyle tam bir uyum içinde, yeşilin her tonuyla sıralanmışlar. Mavi gök insanın başına değecek gibi ve gövdesinde topaklanmış bulutlar üzerimize düşecek gibi duruyor. Her nefes alışımızda tertemiz bir toprak kokusuyla ciğerlerimiz bayram ediyor. Her nefes alışımda bir kez daha tekrarlıyorum: “Burası cennet olmalı!”. 

Biraz  ileride küçük köyler çıkacak karşımıza, biraz geride de olduğu gibi. Köy evlerinin önünde bekleşen insanlar… Merakla seyredecekler geçenleri, yüz ifadeleri bir minnettarlık gülümsemesi takınacak takınmasına ya, gülümsemeye çalışan bu yüzlerde uzun yıllardır süren bir yasın yorgunluğunu göreceğiz. Kadınların mahcup bakışlarında artık tükenen gözyaşlarının izleri saklanacak. Gözlerimiz, hayatın yükü yetmezmiş gibi bir de ölümle imtihan olmuş erkeklerin yüzlerindeki derin çizgilerde gezinecek. Kulaklarımız, o içten selamın sesiyle dolacak: “Selamun Aleykum, Allah’a imanet.”. Tahta çitlerin ardından sıcacık elini uzatan dedenin duaları her yanımızı saracak.

 Ve çocuklar çıkacak karşımıza! Geçen kalabalığı meraklı bir sevecenlikle seyredecekler.  Biliyoruz ki acının bağrında filiz vermiş birer çiçekler hepsi. Yaşlarının erişmediği bir kederin hikayeleriyle büyüyen çocuklar onlar. Bugün bizimle birlikte yeni bir hikaye daha ekleyecekler hatıralarına ve her yıl, yeni hatıralar ekleyecekler unutulmayacaklar listelerine…

Bir yoldayız ve yürüyoruz… Yol bitmek bilmiyor. Köylere doğru yürüyen adımlarımız bir türlü ileri gitmiyor sanki. Yol bitmiyor, biz yürüyoruz ve çocuklar büyüyor…

Bitmeyen bir  yolumuz var!  Yolun sonunda ise Srebrenica!

 

***

Srebrenica denildiğinde…

Srebrenica’da yaşanan soykırım ve Irak savaşında ölen sivillerin haberleri silik bir  çocukluk anısıdır benim için.

Henüz sevdiğim kimsenin ölümüyle yüzleşmediğim,  hayatın bir oyundan ibaret olduğunu sandığım yıllardı.

Bu yüzdendir belki, büyüdüğüm kasabaya gelen Irak’lı mülteciler savaşın insanları topraklarından koparan, sevdiklerinden ayıran bir felaket olduğunu  bana yeterince öğretemedi. Savaş, hepimiz için akşam haberlerinin ilk sırasında yer alan ama somut olmayan bir olguydu.

2000’li yıllarda da durum çok değişmedi, Ortadoğu’da sürekli kan aktı, haber bültenlerinde birkaç dakikalık ölüm ve patlama haberleri dışında savaş hayatımızı hiç etkilemedi. Srebrenica’da yaşananlar ise yalnızca 11 Temmuz tarihinde Potacari’de yapılan cenaze törenlerinin görüntüleriyle hatırlanır oldu. Hepimiz bu görüntüleri izlerken derin bir ah çektik ancak yaşanan acıları içselleştiremedik. Televizyon ekranında ki her haber ertesi gün yeni bir gündem yaratılarak unutturuldu.

Srebrenica denildiğinde aklıma ilk gelen, beyaz örtüleriyle o yeşil tabutların başında ağlaşan annelerin fotoğrafları. Sonradan öğrendim bu acı tablonun Srebrenica çiçeği  ile sembolize edildiğini ve  bu fotoğrafları sessiz bir dua gibi  yakalarımız da taşıdığımızı… Hiçbir  anne ölümü evladından sonra kucaklamak istemez! İşte bu yüzden anneler hep “Allah sıralı ölüm versin!” diye dua ederler. İşte bu yüzden Srebrenica denildiğinde duaları hiçe sayan bir zalimliği hatırlarsınız! Ben bu yazıyı yazdığım sıralar da Srebrenica soykırımının sembol isimlerinden ve tüm ailesini savaşta kaybeden değerli bir anne Hatice Mehmedoviç’in hayatını kaybettiğini öğrendim.

Onun gibi hayatının tümünü çocuklarının ardından göz yaşı dökerek geçiren tüm annelerin sorumluluğunu üzerimde hissediyorum şimdi. Özellikle biz kadınların, hepimizin savaş annelerine bir vefa borcu var.

Resmi rakamlar  Srebrenica’da 8372 sivilin katledildiğini söylüyor. Resmi rakamların ötesinde ise Bosna’da yaşanan savaşın sivillere verdiği zarar bu kayıplardan ibaret değil. İlk akla gelen sivil kıyımlardan biri  Prijedor kentinde 1.800 Boşnak ve Hırvat sivilin Sırplar tarafından katledilmesi ve 12.000 den fazla sivile toplama kamplarında işkence edilmesi. Henüz naaşlarına ulaşılamayan binlerce insan var. Bilinçli bir şekilde tecavüzle yapılmaya çalışılan asimilasyon, bu tramvayla yaşamak zorunda kalan kadınlar, bu tecavüzler sonucu dünyaya gelen ve birçoğu Avrupalı ailelere evlatlık verilen çocuklar… Sartre’in sözü geliyor burada akıllara:  

“Ne zaman ki dünyanın bir köşesinde haksız bir kan dökülürse, tüm dünya halklarının elleri bu kanla kirlenir.”

Bosna Savaşı’nda tüm dünya ellerine temizlenemeyecek kanlar bulaştıran bu soykırımı sessiz ve çaresizce izledi.

Ve bugün savaşın ve ölümün izleri bu coğrafyada yaşayan herkesin ruhlarında hala asılı duruyor…

 

 

Yolu aramak ve bulmak

Birkaç yıl önce arkadaşlarım vasıtasıyla Srebrenica soykırımının anısına bir yürüş yapıldığını öğrendim. Mars Mira, Srebrenica şehitlerinin Potacari’den başlayan ve Tuzla’da sonlanan yürüyüş yolunun tam tersi istikamette bir barış yürüyüşü.  Arkadaşlarım da bu yürüyüşü İz TV’de yayınlanan bir belgeselden öğrenmişlerdi ve iki yıldır katılıyorlardı. Yaşanan acılar  ve yapılan onca zulme rağmen barışı korumak  arzusuyla verilen mücadele ne kadar da naifti. Evet bu bir mücadeleydi, sadece yürümek olamazdı! Bu yaşanılanları unutmamak, unutturmamaktı! Bu kavganın yalnızca küfürle  ve silahla  verilmediğini herkese göstermekti! Bu vesile ile daha önce turist olarak  gittiğim Bosna Hersek’e bu kez bir barış gönüllüsü olarak gittim ve ilk kez  2016 yılında Mars Mira yürüyüşüne katıldım..

 Bir kez yürümeye başlarsanız  tekrar vazgeçmeniz mümkün olmuyor. Çocukken her yere araba ile gidelim diye mızmızlanır, uzun süre yürümek zorunda kalırsam genellikle ağlardım. Biraz daha büyüdüğümde ise yürümenin ne kadar etkili bir düşünme yöntemi olduğunu tecrübe edince, ne zaman bir şeylerle baş edemesem ve ne zaman önemli kararlar verecek olsam  uzun  uzun yürüdüm. Yazar Murakami kitabında; “Koşmasam yazamazdım!” diyor. Ben ise Marş Mira’da yürümesem hayat yolumu bulamazdım diyorum.

 Mars Mira’da yürümek  yaşam ve ölüm arasına sıkışmış tüm kavramları; savaş, barış, dostluk ve yardımlaşma gibi , hem yaşayarak hem de üzerine düşünerek tekrar değerlendirdiğiniz bir yolculuk. Bu yolculuğa da bir kez çıktığınızda vazgeçmeniz mümkün olmuyor ve her yıl büyük bir özlemle yola çıkmayı bekliyorsunuz. Yürüdüğünüz topraklarda verilen hayat mücadelesinin izleri, yüzler de savaşın silik hatıraları saklı.

Tarih size bu yoldan yürüyen ve hayatta kalmaya çalışan sivilleri, yol ise size hayatın o çok alıştığınız konforlardan ibaret olmadığını anlatıyor. Ve bunların ötesinde acılarını paylaşmak için yola çıktığınız insanlar sevginin bir dili olmadığını öğretiyorlar size.

 Marş Mira’nın güzergahı Bosna topraklarında gibi gözükse de kendi içinize doğru yürüyorsunuz.  Bütün kadim felsefeler size içinize bakmanızı söylüyor. Dışarda bir bilgi aramayın deniliyor!  Günlük hayatın koşturmacasında ise içe bakmak ne mümkün!  İşte bu yüzden ömrüm yettiğince bu yolun gönüllüsüyüm. Çünkü bu yolun sonu yine kendi içimde bitiyor. Srebrenica’da, Filistin’de, Suriye’de ve savaşın devam ettiği tüm o topraklar da hepsi bizim içimizde. İçinize giden yolları bulamıyorsanız Marş Mira belki sizin için de bir anahtar olabilir.

Bu yıl üçüncü kez Mars Mira’da  yine barış için yürüdüm. İçimde ki çoğrafya ise artık daha geniş…

 

 

***

Bu yıl  yine yeni insanlar tanıdığımız çok keyifli ama bir o kadar da zor bir Marş Mira yaşadık. Marş Mira yürüyüşünde neler oldu? 2018 yılı Marş Mira günlüğünü çok yakında sizlerle paylaşacağım.

 

Sevgi ve dostlukla…

Aslıhan Sultan Aksu

İlişkili Gönderiler

0 Yorum

Bir Cevap Yazın
E-posta hesabınız yayınlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmiştir.