Savaşın kızıllığından barışın maviligine
“…Biz gece yürürdük, Sırplar gündüz. Bir onlar öne geçerdi, bir biz.
Ormanda ne bulduksa yedik.Meyve yedik çokça. Böyle böyle Tuzla’ya kadar geldik.Tuzla’da Müslümanlar ve Sırplar çarpıştı. Araziyi bilmiyordu onlar. Çabuk dağılıyorlardı. Bizimkiler de kolay avlıyordu. Kayıpları fazla olunca on iki saat ateşkes istediler. Bu sırada bizden üç bin kişi geçti Tuzla’ya…”
Derviş Bey böyle anlatıyor ölüm yürüyüşünden sağ kurtulanları. Uyku yok, yemek yok, su yok, silah yok!.. Temmuz ayı ve sıcaklık çok yüksek. Yollar engebeli ve çetin. Yanlarına aldıkları biraz ekmek ve şekerle çıkmışlar yola. Sonrası Marş Mira yürüyüşünde gördüğümüz toplu mezarlarda ve Derviş Bey’in anlattıklarında.
Savaş bitip sular biraz durulunca yakınları hep dönecekler diye beklemiş. BM’ye başvurmuşlar kayıpları için. “ Boyu şuydu, kilosu bu ; sarışındı, esmerdi…” Bekliyorlar dönecekler diye. Keşke diyebilsem bugün Potoçari’ ye 10 Temmuz’da giriş yapan yürüyüşçülerimiz gibi ölüm yolunun esas kahramanları da dönebilselerdi ve Bosna’nın hikayesi bu olsaydı. Ne var ki bu hikaye Potoçari’deki binlerce şehit mezarı , akü fabrikasının kanlı duvarları, kurşunlarla delik deşik edilmiş Boşnak evleri , camileri…
Potoçari! Hayatı kim bilir ne çeşit bir felaketle son bulan binlerce şehidin şehadetine kavuştuktan yıllar sonra yanı başlarında dua edilebilecek bir mezar taşına kavuştukları yer. Göğsüne yaslandığım acılı bir annenin içli içli akıttığı göz yaşları ve gösterdiği metanet karşısında hıçkırıklara boğulduğum için kendimden utandığım, sonunu göremediğim şehitlik .İnsanlığımı sorguladığım ,zamanında bu felakete göz yumanlar yüzünden sadece el açıp dua etmekten , onlara: “ Biz varız ve buradayız .” güvenini vermekten başka elimden bir şeyin gelmediği tüm dünyanın utanç abidesi. İşte tam da buradan karşıya baktığınızda binlerce insanın katledildiği akü fabrikasını- şimdilerde müze -göreceksiniz. BM adına orada bulunan Hollanda askerleri tarafından Sırplara teslim edildiler. Savaş yıllarındaki kayıtlara bakın ki bir BM askeri şunu söylüyor: ”Hepsi bize güveniyor ve gülümsüyordu.” Ne kadar kahredici bu güvenin boşa çıktığına bu müzeyi ağlayarak gezerken tüm dehşeti ile tanıklık etmek. Hayır! Savaşın ahlaki bir yönü vardır her şeye rağmen. Bu öyle bir vahşet ki savaşta kurşunla öldürülenin şanslı olduğunu düşünmek gibi delicesine bir fikre kapılıyor insan!..
***
“- Silahın nerede?
-Silahım yok ben sivilim.
-Korkuyor musun ?
-Nasıl korkmayayım?”
İzledi tüm dünya bu görüntüleri. Sivillerin askerlerce götürülüşünü, insanların kurşuna dizilişini ,bebeklere bile kıyılan, kadınlara tecavüz edilen savaşı ,acıları, feryatları…Gözlerini kapadı, kulaklarını tıkadı. O zamanlar ilkokuldaydım ben. Elime geçen bir takvim yaprağında okudum Bosna’yı, Bosna cehennemini. Sayfanın sol köşesinde emzikli bir bebek resmi vardı kara kalemle çizilmiş. Hamile kadınların karınlarının çocuğun kız mı erkek mi olduğuna dair iddiaya girilerek açıldığı yazıyordu. Çıkmadı aklımdan günlerce, yıllarca fakat en kötüsü bu ifade görsel karşılığını buldu Saraybosna’da bir müzede! Daha girişte gördüğüm fotoğraf sonrası kendimi toplamam çok zor oldu.
Okuduğu her kitapta , konuştuğu her Boşnak’ta ,girdiği her müzede, izlediği her belgeselde dehşetin akıl almaz başka bir yüzüne tanık olabilir mi insan? Kötüsü, daha kötüsü, daha da kötüsü … İnsan insana tüm bunları nasıl yapabilir? Nasıl bu kadar vahşi ve acımasız olunabilir? Ne içindir bu kadar kin ve öfke? Ancak tüm bu acıları yaşarken , savaştaki kayıplara üzülürken keşke yapılanlardan pişmanlık duyulduğunu görebilsek. Amacım kin ve nefret tohumları ekmek değil kesinlikle zira Boşnaklar hala kardeşlik mesajları veriyor bu gün hala her fırsatta. Ben bize olan bakışlarında kardeşliği görmek isterdim, barış için yapılan bu yürüyüşte aramızda olsunlar isterdim. Keşke görebilseydim. Düşmanlıkları ne boyutta olursa olsun dilerim bu acılar bir daha hiç yaşanmasın. Yaşanmaması için her yıl binlerce kişi dünyanın pek çok yerinden Marş Mira için Bosna’ya geliyor. Marş Mira’ya katılacağız dediğinizde Boşnaklar “ Allah kabul etsin.” diyorlar. Şimdi bu yürüyüşün kutsallığı ,kıymeti, değeri, maneviyatı; en zorlu şartlarda yapılan ölüm yürüyüşünün yolunda barış adına yürümenin hazzı kelimelere sığar mı?
İlahiler eşliğinde gözümün yaşı ile başladım. Her adımda geçmişe döndüm. Hayatımda hiç bu kadar empati kurmamışımdır sanıyorum. Yürüyüşe üç yaşındaki kızım Mahi de katıldı. Boşnakların onu gördüklerinde gözlerindeki mutluluk ışığını fark etmemek ve buna vesile olduğumuz için gururlanmamak elde değil. Ben kızımı Bosna’ya umut için, kızımın hayatında muhteşem bir sayfa açmak için, bilinçli bir nesil yetişmesine katkı için ,söylemeye dilim varmıyor ama öldürülen o minik yavrular adına barış için yürümeye götürdüm. Barışa bir nebze bile katkımız olsa ne mutlu bize!
Bosna’ya gitmeli ve mümkünse bu kutsal yürüyüşe katılım göstermeliyiz. Sesini duyuramayanların sesi, Bosna’nın umudu olmalıyız. Onlara yalnız olmadıklarını göstermeli , bu topraklarda barışın yerleşmesine katkıda bulunmalıyız. Ve gördüklerimizi , yaşadıklarımızı paylaşmalıyız. Anlatın diyorlar çünkü hatta “ İzleyin görüntüleri var, biz bunları yaşadık. Görün ve duyurun. Bir daha yaşanmamalı, yaşanmasın.”
Barış hepimizin ihtiyacı olan şey. Hepimiz bunun için Marş Mira’daydık. Ancak uyanık olmalıyız aynı zamanda, ders çıkarmalıyız. İnsanlık Auschwitz’i , Hiroşima’yı ve yakın tarihte Srebrenitsa’yı gördü. İnsanın insana ne yaptığını ve yapabileceğini gördü. Bu yüzden unutmamalı ve unutturmamalıyız.
Naçizane yazdıklarımı okuyan, Bosna’yı kalbinde duyan iyi yürekli insan. Dilerim yollarımız Marş Mira’da kesişir.
UMUDA DAİR
Bosna’da gezdiğiniz her yerde hüzün ve burukluk bırakmayacak sizi. Tecavüze uğrayan kadınların kendisine bunu yapanlarla yüz yüze gelerek yaşadıklarını bileceksiniz çünkü çoğunluğu ortada ceza almadan dolaşıyor ve çalışıyor. Zümrüt yeşili o güzelim nehirlerin bir dönem kızıl renkte aktığı gelecek aklınıza. Ecdat mirası köprülerde insanların nasıl can verdiğini düşününce kanınız donacak. Bakmaya doyamadığınız o güzelim Mostar’ın yıkılış görüntüleri gözünüzde canlanacak. Kiliseler sapasağlam karşınıza dikilirken kurşunlarla delik deşik olmuş camiler pes dedirtecek. Saraybosna’yı çevreleyen dağlardan atılan bombalarla şehre kan kusturulan günlere döneceksiniz ve gittiğiniz hemen her yerde gördüğünüz şehitlikler inanamadıklarınızı bir anda somutlaştırıverecek. Sonra savaş zamanında kurşunlanmış evlerin balkon ve pencerelerindeki o güzelim çiçekler hayata bağlılığı gösterecek size. Yaşamak bitmeyen bir umut, her şeye rağmen diyecek.Bu sessizlik güzel. Silahların ,bombaların sustuğu barışın sessizliği güzel ve huzurlu.
Bosna’da kan, gözyaşı ve tüm acılar yerini birlikte yaşama; kardeşlik ve geçmişi unutmak,kaybettiklerini her daim hatırlamak üzerine kurulu bir yaşama bırakmaya çalışıyor.Tüm yaşanmışlıklara rağmen Boşnaklar birlikte ve eşit olmak için çalışıyor.Bosna savaşa dair ne çok şey taşıyorsa,affetmeye ve umuda dair daha çok şeyi yaşatıyor.
Yazar : Tülay Şen-Devran
0 Yorum